8 Mayıs 2008 Perşembe

Mısır'da son olarak başıma gelenler


Diyeceksiniz ki böylesi şikayetçisin neden Mısır'a gidip duruyorsun?? Haklısınız, ama ilk sefer merak ettiğimden, sonraki seferler de iş gereği gitmem gerekti. Tatil için gittiğimde başımıza gelenler pişmiş tavuğunkilerden beterdi, ama ben ısrarla sinirlenmemeye çalıştığım için fena vakit geçirmemiştim. Detayları Mısır blogumda okuyabilirsiniz. Ancak özellikle son seferde yaşadıklarımı yazmak istedim ki normal bir zamanda normal bir iş için Mısır'a gidecek olursanız sizi nelerin beklediğini bilin.
Öncelikle son gidişim üç geceliğine ve sadece iş amaçlı idi. Pazartesi gecesi 22:30 gibi hotele varıp, perşembe sabahı 08:00 gibi hotelden ayrılmak üzere kurulu bir plan. Kalacağımız hotel Sharm el-Sheikh'de, davet eden Mısırlı arkadaşların da çok tavsiye ettikleri bir hotel/resort olduğu için öncelikle haftasonundan gidip birkaç gün ekstra kafa dinlemek istememe rağmen uçakta yer olmadığı için son anda kalacağımız yere varıp en erken ayrılabileceğimiz vakitte de ayrılmak zorunda kaldık. Bilmeyenler için Sharm bizim Antalya/Belek benzeri deniz kıyısı sıra sıra resort/hoteller dolu bir mekan. Neredeyse vardığınız yerden hiç çıkmadan tatilinizi geçirip geri gelebilirsiniz, ancak tavsiyem eğer hizmet almak istiyorsanız pahalı da olsa Antalya'yı tercih etmeniz, eğer mutlaka Mısır'a gitmek zorundaysanız, hiç bir hizmet alamayacağınızı bilerek gitmeniz. Benim vereceğim örnekler yerin kalitesi veya güzelliği ile alakalı değil, bir cennet yaratmışlar, ama içinde zebaniler hizmet ediyorlar.
Olay 1: Hotelde Internet bağlantısına ihtiyacımız var, bağlantı ücretli, resepsiyona gidip ücret sorduk, günlüğü yaklaşık 40 YTL gibi bir fiyata bir kart alıyorsunuz, o kartın üzerindeki şifreyi bağlantı sırasında giriyorsunuz ve bağlanıyorsunuz, teoride. 80 YTL verip iki kart aldık, iki gün bağlantı için, toplantı salonundan bağlandık, tüm gün sorunsuz kullandık. Ertesi sabah geri gelip bağlanmayı denedik, kart izin vermiyor, "hani belki bunun süresi erken dolmuştur" diyerek ikinci kartı denedik, gene kabul etmiyor. Elimizde bilgisayar resepsiyona gidip gösterdik, "ama sizin bu aldığınız kart odanızda kullanmak için kart, başka yerde kullanamazsınız" dediler. Nasıl yani? Hotelin içinde resepsiyonda bilgisayar kullanmak için bir kart, odada kullanmak için başka kart mı almak gerek? Evet, öyle yapmak gerekliymiş. Peki kartı alırken bunu bize söylemişler mi? Hayır. Kartı geri alıyorlar mı? Hayır. Ne yapmak lazım? Odaya gidip oradan bağlanmak. Döndük odamıza, bağlanmayı denedik, bu sefer de ağ bağlantısı yok. Yani odada kullanılmak üzere kart satıyorlar, ama odada ağa bağlanılamıyor. Döndük resepsiyona, anlattık derdimizi, "yanlış kartla bağlanmışsınızdır" dediler. Bir türlü derdimizi anlatamadık, Internet'e bağlanamadık, paramızı da geri alamadık.
Olay 2: Toplantımız bitti çıkıyoruz, çıkışta para ödeyip faturamızı alacağız. Faturanın şirket adı ve adresine kesilmesi gerekli. Resepsiyondaki vatandaş tutturdu "ben sadece sizin adınıza keserim ve adres yazma özelliği sistemde yok" diye. "Kardeşim nasıl olmaz, bak çıktı aldığım kağıtta benim ismimle TURKEY arasında iki satır boşluk var, o iki satır boşluğa adresin yazılması gerekiyor". Fazla cebelleşemiyoruz çünkü uçağa geç kalacağız. Sonunda dedik ki "bari sen benim ismimi sil, yerine şirket ismini yaz, o yetsin". Ona ikna etmemiz de biraz vakit aldı ama becerdik. Tek parmakla şirket ismini yazmaya çalışırken yardım edelim dedik, bir baktık ki ekranda adresinden posta koduna kadar her türlü bilginin girileceği alanlar mevcut, "bu ne?" dedik, "ben hiç kullanmadım ki orayı" dedi. Hıyar mı, aptal mı, tembel mi karar veremeden faturamızı alıp çıktık. Havaalanına götürecek otobüse bindik, otobüs yerinden tam kalkarken ben adetim üzerine cüzdan, bilet, pasaport kontrolü yapmaya giriştim, baktım pasaport yok. "Oğlum nerede bizim pasaportlar?","girişte resepsiyonda aldılar, bir daha da geri vermediler","aman şöför dur", inip koştuk resepsiyona geri. "Nerede bizim pasaportlar?" "Burada!" "Neden vermediniz bize geri?" "Geri istemediniz ki" dedi adam bana. Hani ben yolculuk telaşında unuttum ama bu laf sanırım hıyarlıkla aptallık sınırında bir yerlerde. Adamlar her konuda haklılar, müşteri de her konuda haksız.
Olay 3: Bas bas bağıra bağıra müzik çalan bir otobüsle havaalanına vardık. Uçacağımız uçak A320, en az 100 kişi uçağa binmek için kuyrukta ve bunların tamamı için sadece bir kontuar açık ve orada da yaygın oturan gençten bir Mısırlı var. Biz bunlara göre kırk kat daha uygar sayılırız çünkü 100 kişi kuyrukta beklerken bir 100 kişi de aradan kaynadı kuyruğa, ama nedense bekleyenlerin tümü yabancı turistler, kaynayanların da tümü yerliler. Biz salağız ya. Ama tabi bu durumda tüm uçağın işlemlerinin bir kişi tarafından yapılması da yaklaşık iki saati aştı, bizim uçak da bir saat gecikme ile kalktı, umurunda mı kontuarda yayılan memurun veya onun amirinin. Haa, bir de sıra bana gelince, benim pasaporta baktı, "sizin Kahire vizeniz yok" dedi. "Nasıl yani? dedim, "iç g hatlar uçuşuna vize mi gerekiyor?" biraz düşündü, sonra kendi söylediği lafın salaklığını kendi de gördü ve susup işine devam etti.
Olay 4: Tabi uçak bir saat rötarla kalkınca bir saat rötarla indi, indiğinde bizim İstanbul uçağının kalkmasına kırkbeş dakika vardı. Kapıda bir görevli, "bağlantılı uçuşu olan var mı?" dedi, biz el kaldırınca baktı, "sizin özel bir durumunuz yok, İstanbul uçağı zaten iki saat rötarlı, rahat rahat yetişirsiniz, bavulunuzu alıp dış hatlar terminaline gidin" dedi. Burada bir parantez, sanırım adamlar bavulları kaybedeceklerine güvendikleri için gümrük geçmeyeceğiniz durumlarda bile bavulunuzu alıp size taşıtıyorlar. Neyse, bavulun gelmesini neredeyse bir saat bekledik, sonunda geldi, elimizde sürükleyerek iç hatlardan dış hatlara yürüdük, dış hatların güvenliği bizi içeriye sokmadı. "Nasıl yani??" "İstanbul uçuşu kapandı, giremezsiniz" "Ya bize Egyptair görevlisi girebilirsiniz dedi" "Yok, bana ne, gidin onlarla konuşun" Gittik Egyptair bürosuna, sıra numarası aldık, numara 130, sıra 112'de. On dakika bekledik, sıra hala 112'de çünkü 112 bilet pazarlığı yapıyor. Zaten uçağın kalkmasına bir saat kalmış, daha fazla beklemeye cesaret edemedik, kapıdaki görevliye "bahşiş" verdik, bize yol gösterdi. İleride bir gizli kısımda müşteri hizmetleri varmış. Neyse gittik oradaki bayana derdimizi anlattık. Tamam diyerek ortadan kayboldu, bir yarım saat sonra geri geldi, tabi bu sırada benzer şekilde bekleyenlerin sayısı 20 civarını bulmuştu. Bizi güvenlikten geçirerek check-in'e götürdü, yerimizi alıp uçağa son yolcu olarak binebildik. Ama uçakta epey boş yer vardı. Yani hangi akla hizmet "uçuş kapandı" diyerek bizi kapıdan çevirdiler ve ecel terleri döktürdüler anlamadık.
Bunlar dışında kırk türlü irili ufaklı olay oldu iki gün içerisinde, ama çok uzun süredir memleketime döndüğüme bu kadar sevinmedim. Bir daha da asla bizim memleketteki hizmet sektörüne laf etmeyeceğim çünkü kötü müşteri hizmetleri nasıl olur gördüm. Son olarak da, sanmayın ki ben kılım veya olaylar bana battı. Toplantıyı düzenleyen kişi Alman'dı, senelerdir bu toplantıyı Antalya'da düzenleriz, Mısırlıların davetine bu sefer hayır diyemediği için Mısır'a gitmek zorunda kaldık, son akşam o da köpekler gibi pişmandı, onun da başına gelmedik kalmamış Mısır'a girişte. Dönüş grubumuzda da bizden başka epey milletten adam vardı, bazıları Arap olmak üzere, herkesin temel kararı toplantıları bir daha Mısır'da düzenlememek şeklinde oldu. Özellikle iş toplantıları için Mısır'a gidecek olanların dikkatine... 

5 Mayıs 2008 Pazartesi

İklim Değişikliğinin Temel Soruları


Pek çok ortamda karşımıza çıkan bir soru var, soranların izni ile bir kez daha tekrarlamak istiyorum: "İklimin değişmesi zaten doğal bir süreç hatta geçmişte de buzul çağları olmuş ve insan soyu hala devam ediyor. Siz iklim değişikliğini önlemeye çalışarak doğanın bu düzenini bir şekilde bozup değiştirmeye çalışmış olmuyor musunuz?" Hatta bu soruya şöylesi bir ekleme de geldi: "Referans noktası olarak kendimizi alırsak, yani insan gözüyle bakarsak; doğa ve insan doğal olarak ayrı görünebilir ki eylemlerimizi doğaya müdahale mi acaba diye yargılayabiliriz. Halbuki referans noktasını dışarıdan bir yerden alırsak, insan türünün bütün eylemleriyle birlikte diğer türler gibi doğaya ait olduğunu görürüz. Yani insanoğlunun bilgi birikimini geliştirmesi (bilimsel çalışmalar), teknolojik gelişmeler, buna bağlı olarak diğer canlılara verilen zararlar, bunların hepsi doğanın içinde tasavvur edilirdi dışarıdaki gözlemci tarafından" (Nilay ve Serdar'a teşekkürlerimle). Bu sorulardan ilki nispeten daha kolay cevaplanır nitelikte olduğu için ondan başlayalım cevaplamaya...

Soru: İklim değişikliği doğada hep olan birşey midir??
 
Cevap: Dünya tarihinde bundan çok daha sıcak ve çok daha soğuk zamanlar olmuştur. Dolayısıyla dünya için sıcaklığın bundan çok daha sıcak veya çok daha soğuk olması doğaldır. Geçmişte bizim şu anda saldığımız karbon diyoksit miktarından çok daha fazlası atmosfere doğal sebeplerden yayılmış ve sıcaklığı arttırmıştır. Mesela dinazorların ortaya çıkıp yayıldıkları Jurasik döneminde atmosferdeki karbon diyoksit miktarı günümüzün neredeyse beş katı, sıcaklı ise bugünkünden ortalama olarak dört derece yüksekti. Dolayısıyla sıcaklıkların veya karbon diyoksit miktarının bugünkünden çok daha fazlası bile dünya veya hakim ekosistem açısından ciddi bir sorun yaratmamaktadır.
 
Sorunun ikinci kismi: Biz doğanın işine karışmakla doğru mu yapıyoruz??
 
Cevap: Doğayı bu iklim değişikliğine doğal sebepler itmedi ki insanların bu değişikliği durdurmaya calışması doğaya aykırı olsun. Zaten yukarıdaki eklemeyi de göz önünde bulunduracak olursak, biz zaten doğanın bir parçasıyız, dolayısıyla bizim yaptıklarımız da doğanın bir parçası olmalı (ben her ne kadar bu görüşe fazla katılmasam da).

Ama belki de daha önemli soru: Bugünküleri geçmişteki tüm iklim değişikliklerinden ayıran nedir??
 
Cevap: Geçmişteki iklim değişikliklerini ikiye ayırmak mümkün: Ani olaylar sonucu oluşan iklim değişiklikleri ve uzun süreçler sonunda oluşan iklim değişiklikleri. Meteor çarpması veya dev yanardağlar gibi oluşan iklim değişiklikleri neredeyse kesinlikle bilindiği gibi pekçok türün ölümü ile sonuçlanmıştır. Aradan geçen milyon yıllar sonunda ortaya çıkan yeni türler bu değişen iklim şartlarına uyum sağlamaya başlayarak hayatın devamlılığını sağlamışlardır. Burada dikkat edilmesi gereken, ani olaylar sırasında var olan türlerin pekçoğu bu olaylar sırasında yok olmuşlar ve yeni türler bunların yerini milyonlarca yıllık bir süreçte doldurmuştur. Günümüzdeki gibi iklim değişikliklerinin benzerleri geçmişte yaşandıklarında sonuçları da ciddi anlamda felaket olmuştur. Bunun temel sebebi de canlı türlerinin pekçoğunun ani değişikliklere hızlı tepki verememesidir. Önümüzdeki yüz yılda dünyanın ortalama sıcaklığı 6 derece artacak olsa, emin olun insanlık ortadan kaybolmaz, pekçok tür yok olabilir, ancak insanlık değişen şartlara en hızlı ayak uydurabilen tür olduğu için yaşamını sürdürecektir. Ama buradaki temel sorun insanların ölümü değil insanların besin kaynaklarının yok olmasıdır. Bunun sonucunda da insan nüfusunda ciddi azalma beklenebilir. Bazı kaynaklar bu ciddi azalmayı %90-95 seviyesinde vermektedirler. Mesela geçmişte buğday ambarı diye bilinen ülkemizde buğday artık sınırlı bölgelerde üretilebilmektedir, çünkü bitkileri kendi hallerine bırakacak olursanız üreme alanlarını senede ancak 1-2 km değiştirebilmektedirler. Buna karşılık iklim değişikliği bitkilerin yaşam alanlarını bundan çok daha hızlı değiştirdiği için insanlar dışındaki canlı türleri buna ayak uydurmakta büyük zorluklar çekmektedir. Bu noktada karşımıza çıkan doğal soru: "Peki güneyler bitki yetiştirilemeyecek kadar sıcak olduğunda insanlık kuzeye kayarak kuzeyde tarıma uygun olmayan alanları tarıma açmak suretiyle aynı tarım ürününü elde etmeye devam edemez mi?" Basit cevabı, edebilir ama nereye kadar, kuzeye gitmenin bir sınırı var, ancak güneyde tarıma imkan vermeyecek olan alanın genişlemesinin bir sınırı yok, dolayısıyla da beklenen 6 derecelik bir iklim değişikliği insan nüfusunda da ciddi bir azalmaya neden olacaktır.

En önemli soru: Madem bizler doğanın bir parçasıyız ve madem iklim değişiklikleri doğada var, biz neden birşeyler yapmalıyız??

Cevap: Biz bugün dünyada yaşıyoruz. Eskiden Bangladeş'in tamamı suyun altına gömülecek olsa kaç yazardı, şimdi gerçekleşmesini pekçoğumuzun göreceği bu ihtimal 100,000,000 insanın hayatını kaybetmesi demek. Bunun için konu umurumuzda ve durdurmak icin birşeyler yapmaya çalışılması gerekiyor. Pekçoğumuz hayatımızı biraz daha az güneşe çıkarak, yiyeceklere biraz daha fazla para harcayarak ve klimayı biraz daha fazla çalıştırarak geçirebiliriz, ancak çocuklarımızın bu kadar ucuz kurtaramayacakları neredeyse kesin. Sonuçta bizler dışarıdan bakan gözlemciler değiliz, olayın tam ortasında yaşıyoruz.